Babamın taziyesine gelen arkadaşıma, kardeşimin; “İnsan yaşlansa bile kendini yetim hissediyormuş” sözü beni derinden etkiledi.
Gerçekten yetimliğin yaşı yokmuş. Babam nüfus kayıtlarına göre 1941 doğumluydu. Urfa’nın merkezine çok yakın bir köyde doğmuş, ama mektep yüzü görmemişti. Sadece en küçük erkek kardeşi yüksek tahsil görmüştü. O da ömrünün baharında 39 yaşında dermansız bir hastalık yüzünden erken göçmüştü bâki âleme. Okuması yazması yaptığı iki yıl askerlikten miras kalmıştı. Ama bilgeliği hayat boyu devam etmişti.
Babamın hayat hikâyesi çok tanıdık, çok sıradan… Doğan üç kızının ardında beklenen erkek evlât ancak dördüncü doğumda gerçekleşmişti. Çevrede bekleyen fırsatçılar, erkeğin doğması ile birazcık hayal kırıklığına uğramışlardı.
Evlenen kardeşler, büyüyen aile, yetmeyen toprak ve ileri görüşlülüğü sayesinde köyden şehre göç hikâyesi. Şehrin yolunu tutan her aile gibi Urfa’nın mahallelerinden birine yerleşme ve ardından çetin bir hayat mücadelesi. İlerleyen zamanlarda ise ne tam şehirli olabildi, ne de tam köylü kalabildi. Çünkü köyden ayrılamıyordu. Ama, zihin yapısı hep şehirli idi.
İki şeyden anlardı babam; topraktan ve insandan. Toprak eski göz ağrısıydı. Bazen yolumuz köye düştüğünde gözleri parlardı. Hele köyden bir önceki tepeye varınca, sürekli aynı duygu ve sözleri tekrarlardı. Ekinlere şefkatle bakar; geçmiş günlerde o güzelim toprağı nasıl işlediklerini bir çocuk heyecanıyla anlatırdı. Şehirde toprak ile bağı kesildi. Gönlünde hiçbir zaman o bağı koparmadı.
Çok sade bir hayatı vardı babamın. Siyasetle ve derin meselelerle alâkadar idi. Duygusal bir insandı. Her şeyi çabuk unuturdu. Akrabalarına hiçbir zaman kin beslemezdi.
Onun tek bir gayesi vardı; ekmeğini helâl yoldan kazanmak ve evlâtlarını doğru bir şekilde yetiştirmek. Bütün derdi tasası buydu. Kul hakkına girmezdi. Kimsenin malına göz dikmedi. Hatta tarlaya ağaç dikerken sınıra değil dört metre içeriye doğru diktiğinde sitem etmiştim kendisine, ama şimdi anlıyorum ki babam haklı imiş. Çünkü öbür tarafa kul hakkı ile gitmek istememiştir. Başkasının hukukuna riayet ederdi. Kimseye bir kötülüğü dokunmadı… Ömrünün tamamını buna adadı.
Geleneksel bir Müslüman değildi. Yenilikçi idi, okumamışlığına rağmen aklî ve mantıkî deliller ile Müslümanlığını sürekli yeniliyordu. Cemaatlerle, tarikatlarla bir ilişkisi olmadı hiç. Geçen yıllarda dışarı çıkamayacak hale gelinceye kadar, çoğu vakit namazlarını hep camide kılar, ama misafirleri için çoğu zaman fedakârlık ederdi. Son yıllarında ağırlaşan hastalıklarından ötürü kışın soğukta, yazın sıcakta camiye gidip gelmek epey güçleşmişti. Yolda düşüp kalır, başına bir şey gelir diye endişeleniyorduk.
Saf bir dindardı. Çocuklarının da namazında niyazında hiçbir zaman bir dayatma düşünmemişti. Çevreden eleştiri alırdı, hatâlı davrandığı ve çocukları başıboş bıraktığı söylenirdi. Ona göre ise çocukları zorlamak doğru değildi, onlar gün gelecek kendi doğrularını kendileri bulacaktı. Gerçekten de öyle oldu.
Abime şu sözünü hiç unutmuyorduk: “Benim eşim de çocuklarımda seninkilerde daha iyidir.” diye abime nazire yapardı. Abimi çok severdi, çünkü ilk erkek evlâdı idi, küçüklüğünde o zor şartlarda bir gün dört ayrı doktora götürdüğünü söylerdi. Feodal toplumlarda erkek çocuk isteği babamda çok fazla idi. Bu yüzden bize (erkek çocuklara) özel ayrımcılık yapardı. Ama ömrünün son günlerinde kızların ona olan hizmetleri ile bu fikri birazcık değiştirmişti.
Sadece dinde değil, diğer meselelerde de hoşgörülü ve yumuşaktı. Bizim evde iktidarı anam temsil ederdi. Babam ise bir otoriteydi. Kendiliğinden oluşan bir yapıydı bu. İktidar, varlığını sürdürmek için bazen zora müracaat etmekten kaçınmazdı. Fakat otoritenin meşrûiyeti o kadar güçlüydü ki onun zorla işi olmazdı. Babamın bize bir şey söylemesine ihtiyacı yoktu. Onun sınırlarını iyi bilirdik. Onu üzmemek için elimizden geleni yapardık yapmasına, ama bazen sınırı aşabiliyorduk. Affetsin inşallah bizleri. Babam o kadar da iyi bir hatip değildi, fakat sözleri benim üzerimde çok büyük bir etki bırakıyordu. Atasözü bunlardı galiba.
Yumuşak huyluydu, ama bir mevzuda doğru bildiğinden asla geri durmazdı. Meselâ okuyamamıştı, ama okumanın iyi bir şey olduğunu düşünüyordu. Ailede çocuklarını okula gönderenlerin başında gelirdi. Yaptığı konuşmalar ve onunla irtibatlı ailelere, okuma konusunda örnek olmuştu. Şimdinin gençlerinin ve çocuklarının bunların ne kadar değerli olduğunu anlamalarının zor olduğunu biliyorum. Fakat o günün şartlarında bunlar “devrimci” çıkışlar idi. Okuma konusunda kızların arkasında dağ gibi durdu. Onun açtığı yoldan ailenin diğer kızları ilerledi.
Döneminin diğer insanları gibi, sevgisini göstermekte pek mahir değildi. Evlâtlarını çok sevdiğinden ve onlar için gözünü hiçbir şeyden sakınmayacağından adımız gibi emindik. Gel gör ki, bunu bize göstermezdi. Hep bir mesafe vardı aramızda. Büyüklerinden öyle görmüş, öyle devam ettirmişti. Torunlarının olmasıyla birlikte o mesafeli adam çok fazla değişmedi. Sevginin gösterimi mevzuunda çok cömert değildi.
Çok şükür uzun bir ömrü oldu babamın. Son üç dört yıla kadar da sağlıktan yana büyük bir sorunu olmadı. Ömrünün son deminde yaşadığı rahatsızlıkları da onun hayat aşkını bitirmemişti. Beni çok severdi, ama bana öleceğini hiçbir zaman söylemedi. Artık ömrünün son günlerini yaşadığını biliyor gibiydi. Hatta hastanede yatarken ve makinelere bağlıyken bile bir şey demedi. Sadece “beni buradan çıkar” diyordu. Daima gelecek yıla dair planlarından bahsediyordu. Gelecek yıl köye gidecektik, seyahat edecektik ve sanki daha önce hiç gitmediğimiz köyümüze gidecektik.
Ölüm, her zaman beklenmedik bir anda gelir... Hiçbir zaman hazır değilizdir ve hiçbir zaman bu dünyadaki işlerimiz bitmemiştir. Çok hasta olan ve doktorların öleceğini söylediği hastalar bile bir şekilde iyileşeceklerini, bir mu’cizenin yaşanacağını umut ederler. Yaşamak en büyük arzumuzdur.
Bir süredir maruz kaldığı hastalıklar bizi ister istemez kaçınılmaz sonu düşünmeye sevk ediyordu. Kendimce zihni bir hazırlık içindeydim. Ancak ölümün soğuk eli gelip kapıyı çaldığında, aslında ölüme hazırlık diye bir şeyin olmadığını çok daha iyi anladım.
Bir Pazar sabahı karısının, kardeşlerinin, çocuklarının, torunlarının ve akrabalarının arasında huzur içinde vefat etti. Çok ilginç bir zamanda yaşadığımız için bazı soruların cevabını alamadan göçtü bu diyardan, biz ise kaldık bu ilginç zamanda…
Yolun yarısını aşsanız da, torun torbaya karışsanız da insanın babası bir kere ölüyor, insan gerçekten kör oluyor. Boğazı düğümleniyor insanın, bir kaya gelip göğsünün üzerine yerleşiyor.
Ve nefes alamadığı o anda insan yetimliğin bir yaşının olmadığını yüreği kanayarak kavrıyor. Çünkü yetimliğin yaşı yok imiş…
“Her nefis ölümü tadacaktır” âyetinin külliyetinde, herkesin hakikî saadet ve lezzet olan kabrin arkası için çalışarak, güzel bir ölüm yaşaması için tam bir iman-ı kâmil kazanıp, hüsn-ü hatimeye mazhar olması temennisiyle… Allah bütün ölmüşlere rahmet eylesin ve bütün yetimlere de yardımcı olsun.