HÜR DÜŞÜNCE VE ADALETIN SÖZCÜSÜ

Bediüzzaman Said Nursî, yalnızca bir İslâm âlimi değil; aynı zamanda yaşadığı dönemin baskılarına karşı dimdik duran, fikirleriyle olduğu kadar hayatıyla da mücadele eden adaletin sözcüsü bir düşünürdür.

Abone Ol

Bediüzzaman’ın en bariz yönlerinden biri, adaletsiz otorite ve sistemlere karşı sergilediği hakperest muhalefettir. Bu yönü, bazılarınca yeterince fark edilememiş; hatta bazı takipçileri tarafından onun devlete uyumlu bir "muvafık" olduğu öne sürülmüştür. Bu iddiaların temelinde ise onun “müspet hareket” anlayışı ve “asayişi muhafaza” ilkesi yer alır.

Gerçekten de Bediüzzaman hiçbir zaman şiddeti desteklememiştir. Şeyh Said meselesi gibi hadiselere kesinlikle karşı çıkmıştır. Ancak bu duruşu, sistemle uzlaştığı anlamına gelmez. Aksine, onun muhalefeti derin, ilkeli ve Kur’ânî temellere dayalıdır. Mahkeme müdafaalarında, rejimin yanlışlarını açıkça eleştirmiş; Kur’an’ın koyduğu adalet ilkelerinin, dönemin ideolojik sistemlerinden çok daha üstün olduğunu cesaretle dile getirmiştir.

Bu cesur duruşun temelinde, onun adalet-i mahza yani mutlak adalet anlayışı yatar. Üstad, bir ferdin dahi haksız yere feda edilmesine karşı çıkmış; çoğunluğun menfaati uğruna bireysel hakların çiğnenmesini reddetmiştir. Ona göre hak, kuvvetle değil, adaletle korunmalı; yönetim ise şûrâ, yani meşveret esasına dayanmalıdır. Milliyetçilik ve devletçilik gibi ideolojilerin adaleti zedelediğini ve zulme yol açabileceğini savunmuştur.

Bediüzzaman’ın meşveret anlayışı, bugünün çoğulcu demokrasi tartışmalarına da ışık tutacak niteliktedir. Ona göre meşveret, sadece bir yönetim tarzı değil; aynı zamanda Kur’an’ın emridir:

“Meşrutiyet, şeriatın desatirindendir. Zira şûrâ Kur’ân’ın emridir.”

“İstibdat bir zehir, meşveret bir tiryak hükmündedir.”

Bugün yaşadığımız cemiyet krizlerinin temelinde de meşveretin yerini istibdadın, şûrânın yerini keyfîliğin almış olması yatıyor. Ailede, okulda, devlette hatta camide dahi istişarenin yerini bireysel dayatmalar almış durumda. Oysa meşveret, toplumu diri tutar; istibdat ise çürütür.

Bediüzzaman’ın çizgisi, ne anarşizm gibi yıkıcı bir başkaldırıya, ne de devletçiliğin otoriter sapmasına kapı aralamıştır. O, her iki uçtan da uzak durarak, adalet, vicdan ve aklın rehberliğinde bir muhalefet geliştirmiştir.

Onu anlamak; bu sessiz ama derin direnişi görmekle, adalet için sergilediği fedakârlığı takdir etmekle ve en önemlisi; meşveretin olmadığı bir toplumun ne kadar çorak kalacağını idrak etmekle mümkündür. Üstadın bıraktığı bu hakikat mirasını sadece kitaplarda değil, hayatımızın her alanında yeniden diriltmektir.